Kendi evimde balkonumdayım şu anda. Güneş aksi istikamette, batmaya hazırlanıyor. Az bir zamanı kaldı. Seninle, seyrettiğimiz, güneş batmalarını hatırlıyorum. Konuşmaya dalardık, bazen tam batış anını kaçırırdık, sen üzülürdün, o kadar seyrettik, batışı göremedik diye. Çok güzel olurdu batış, ama ben tam batış anını kaçırmayı önemsemezdim. Deniz kıyısında olurduk hep, Kadıköy sahilinde yada Moda sahilinde... Hakkını yemeyeyim, Bodrum'da da seyrettik galiba gün batımını. Bir arkadaşım, güneş batışını seyrederken ağlamıştı, çok duygusal bir tepki gelmişti bana. Bence, her an aynı öneme sahipti. Şimdi de aynı düşüncedeyim, ama artık ben de ağlayabilirim, gün batımında. Gözlerimde yaşlar birikir, akıtır mıyım bilmem?. Şimdi de, gözyaşlarım var biliyorum, ama akmıyorlar.
Niye akmıyorlar, hiç bir fikrim yok. Velhasıl sevgili arkadaşım, gün batmadan, hava kararmadan yazmak istiyorum bu yazıyı.. Olduğu kadar. Seni en iyi anlatan yazıyı yazmaya çalışmayacağım veya seninle ilgili en duygusal yazıyı yazmaya odaklanmadım. Kendimi veya okuyanları ağlatmayı hedeflemiyorum, ama yazı beni nereye götürür onu da bilmiyorum. Beynim sürekli, lafı uzatıyor Yusuf. Sadete gelmemi engellemeye çalışıyorum. (sadet doğru mu yazdım bilmem)....
Gün batıyor, yıllar yıllar önce, senin yanında, batışını izlediğimiz nice zamanlarda olduğu gibi. Battığının farkında olduğumuz veya olmadığımız zamanlarda olduğu gibi. O zamanlardan, bir zamanlarda konuşmuştuk. Güneşin batışı, hep ölümü çağrıştırıyor diye. Bir gün biz olmayacağız ve güneş yine batacak demiştik. bak ne haklıymışız. Yıllardır Gülseren'siz batan güneş, 60 güne yakındır, sensiz batıyor be Yusuf...
Bir zaman sonra da bizsiz batacak. Tek mantıklı gerekçem bu biliyor musun?. Sanki siz gittiniz de biz kaldık mı?. Biz de gideceğiz, yada bizde geleceğiz yanınıza....
Bu blog da, hep birilerine teşekkür etmişim, bir de senin adını anayım istedim.
Hem buna değer bir insansın. Hem de benim hayatımda, adının geçmesini hak edecek kadar çok yere sahipsin, arkadaşım...
Öncelikle, gün batmadan, aklımdan geçen temel konulardan birini yazayım. Birilerinin hayatında olmak, iyisiyle, kötüsüyle, eğrisiyle, doğrusuyla, hep yanında olmak, hep bir şekilde hayatının bir parçası olmak. Bazen, en yakın arkadaş, bazen en sık görüşülen kişi, bazen en kızılan, en suçlanan kişi olmak. Ama hep olmak. Hep bir değere sahip olduk birbirimizin hayatında. Bu aralar bunu düşünüyorum, birisiyle evlenmeye karar vermek, onunla sonsuza kadar mutlu olmaya emin olmak değilmiş. Ben, hep bu diye düşünüyordum, hayatını onunla geçirmeye karar vermekmiş. Öyle veya böyle diyeyim ben. Sen iyi günde, kötü günde diye anla.
Yazarken, dikkat ediyorum, biraz. Sana cevap hakkı doğuran şeyler yazmak istemiyorum, çünkü sen yoksun artık. Bu zamana kadar ki kısmı bilmem, kim kimden alacaklı, ama bundan sonra haksızlık etmek istemem sana.
Ben, tam olarak, kimi kaybettim, bilemiyorum. Ama, hayatımın çok önemli bir bölümünde vardın, ve bir şekilde hep var olacaktın, öldün ama bundan sonra da var olacaksın, tıpkı Gülseren gibi. Gülseren'de, sen de, henüz benim gelmeyi düşünmediğim bir yerdesiniz :) ama nasıl olsa ben de geleceğim.
Gülseren ve sen sevgili Yusuf, iyi ki oldunuz, iyi ki tanıdım sizleri, iyi ki hayatınızın tam orta yerinde oldum, iyi ki hayatımın tam ortasında oldunuz. Gerisi, lafı güzaf.... gerisi bana özel....
Bak, bir güneş daha battı şimdi, bir güneş batımı kadar yaklaştım, ikinize de. Daha nice sevdiklerime de...
Piraye,