29 Haziran 2013 Cumartesi

Viyana'da Bir Çinli

Geçen yıl Ağustos ayında, arkadaşımla beraber, bir tur şirketiyle Viyana’ya gidiyoruz. Önce bir şehir turu yapıyoruz. Viyana’nın sanki yarısı Türk, bu yüzden yabancı dil sorunu yaşamayacağız diye seviniyoruz. Viyana’nın dışındaki otelimize yerleştikten sonra, metro ile şehir merkezine nasıl gideceğimizi öğreniyoruz. Öğleden sonra saat 4-5 gibi, otelden çıkıyoruz. 150 metre yürüdükten sonra, bir parka gideceğiz, metro istasyonunu bulup, şehir merkezine gideceğiz. Parka doğru gidiyoruz, etrafta hiç kimse yok. Park beklediğimizden daha büyük, hangi yöne doğru gideceğimizi kestiremiyoruz. Biraz etrafa bakınıyoruz, yakınlarda metro istasyonu varsa, az da olsa birilerine rastlamamız lazım diye düşünüp, tedirgin tedirgin yürüyoruz. Nereden geldiğini anlamadığımız bir şekilde, yanımızda, Çinli bir adam beliriyor, metro istasyonunu soruyoruz. Bir çok şeyler söylüyor, ama biz ne dediğini anlamıyoruz., sadece, devam ettiğimiz yönün doğru olduğunu düşünüyoruz, çünkü Çinli adamda, o yöne doğru yürüyor. Tipik bir bankacı gibi adam, elinde bir çantası var, kravatlı, sanki kafası çok meşgul gibi ve yürüyüşünden anladığımız kadarıyla acelesi var. Birlikte, aynı yöne doğru yürüyoruz, etraf yemyeşil, hava çok güzel. Şehir merkezine gidip, güzel bir şeyler yemek istiyoruz, gezmek istiyoruz. Ama, bir türlü yemyeşil, park konseptinden çıkamıyoruz. Sadece biz ve Çinli yürüyoruz. Acelesi olan, kafasından bir çok sorunları var gibi duran Çinli, bizden, bir iki adım önde gitmeye çalışıyor, biraz tedirgin olduğumuzu anlıyor, çünkü. Aramızdaki mesafe biraz açıldığında, duruyor bizi bekliyor ve gülerek, gelin işareti yapıyor bize, kocaman gülümseyerek. Biz ona yaklaşınca, yine yürümeye başlıyor. Çok hoşuma gidiyor, hiç tanımadığı insanlara yaptığı bu jest. Bence, o anda aklından geçen en önemli şey, bizi sağ salim, o metro istasyonuna ulaştırmak. Önce bu jeste mantıklı bir açıklama getirmeye çalışıyorum. Viyana’da bir Çinli, yabancı olmanın ne demek olduğunu iyi bildiği için, yardım ediyor herhalde diyorum. Önümüzden giderken, bakıyorum, dönüp gülümsediğinde bakıyorum, gelin işareti yaptığında bakıyorum, sanki bir ömür boyu o önden gitse, ben arkasından yürüsem diyorum. Mistik bir yolculuk gibi, bu sefer, bu park hiç bitmese diyorum, bütün hayatım boyunca, önümden giden birisi bana, gel dese, doğru yoldasın dese, merak etme ben sana göz kulak olacağım dese, ne güzel olur diyorum arkadaşıma. Bu güzel anların biteceğine üzülerek, hafızama kayıt etmeye çalışıyorum. Bu güzel duygunun aklımdan silinmesini istemiyorum. Arkadaşım, evrene mesaj göndermekten ve mesaj almaktan hoşlanan birisi. Ona diyorum ki, işte sana fırsat, ispat et evrenin mesaj aldığını ve verdiğini. Bu yol hiç bitmesin, bir şey olsun, diyorum. Ver mesajını evrene…. Tabii, önce insanlar kalabalıklaşıyor, Çinliyle aramızdaki mesafe bayağı açılıyor. Otobüs durağının orada bizi bekliyor, yan tarafta metro istasyonu. Biz yaklaştığımızda, tekrar el sallıyor, metro istasyonunu gösteriyor. Ve hoşça kalın işareti yapıyor. Uzakta, yüzünü tam seçemiyorum, ama gülümsediğinden eminim, otobüse biniyor ve gidiyor. Dediğim gibi, bu yolculuk çok etkiliyor beni. Aslında, basit bir yol tarifi, basit bir yabancı birisine yardım etme dürtüsü, belki çok naif bir şekilde yapıldığından, belki etraf yem yeşil, hava pırıl pırıl olduğundan, çok etkiliyor beni. Gerçekten o adamın peşinden bir ömür boyu gidebilmek isterdim, en azından, gidebilmeyi denemek isterdim. Kendimi bunu yapmaktan alıkoymak için, duygusal bir sebep bulamayacağımdan mantıklı bir şeyler bulmaya çalışıyorum. Aslında o kadar çok ki. Adam hakkında hiçbir şey bilmiyorum, bu aynı zamanda adamı tanımak istemek için de bir sebep. İkna olmuyorum. Ortak bir dilimiz yok, her zaman konuşmak mı lazım diyorum, yine ikna olmuyorum. Birini tanımadan, onun tanınmaya değer olduğunu hissedemez mi insan? Bir kahve içmemek için, bir yemek yememek için, nasıl bir mantıklı gerekçe bulunur. Neden, iyi bir insan olduğunu düşündüğün, hayatına bir değer katacağını hissettiren birisini, tanımaman, mantıklı olsun ki. Neden, bu hikaye bitmeli, başlamadığı için mi? Mantık bu mu? Her bulduğum mantıklı sebebi, duygusal bir cevapla susturabiliyorum Ama en sonunda, buluyorum, kendimi ikna edebilecek sebebi: Ayyy, ama Çinliler, böcek yiyor, hem de canlı canlı. Bütün resimler siliniyor aklımdan. Tamamen yola odaklanabilirim artık. Evrenden mesaj almak ve mesaj vermekle yakından uzaktan alakam yoktur. Ama rastlantılara inanırım, hayat ta hesaplanamayacak hoş veya kötü tesadüflere inanırım. Bir gün bir yerde yarım kalan hikaye, yıllar sonra bir yerlerde tamamlanır inanırım. Ama bazen çokta olası tesadüflerin, bir türlü olamayabileceğine de inanırım. Aynı yıllarda, aynı binada çalışan ve yıllarca birbirini tanımayan, tanısalar birbirini çok sevebilecek insanların var olduğuna inanırım. Velhasıl, olması kuvvetle muhtemel bir çok şeyin olmayabileceğine, olmasına imkan olmayan bir çok şeyin olabileceğine inanırım,Çoğunluğun da böyle düşündüğünü düşünürüm. Yine de, hayatımda birkaç dakika yer alan ve naif davranan insanlardan bahsederken, aklıma gelen bu anımdaki kahramanıma buradan teşekkür ederim. Bu hikaye, devam etmese ne çıkar. Bu kadarı da yeter. Piraye,

Pont Neuf Köprüsü

Gözlerin hiç değmedi, kumlu sularına, Dalarak bakmadın hiç Seine nehrine Tenin ürpermedi Rüzgarında Saçların savrulmadı Islanmadın yağmurunda, Yollarında yürümedin, Hiç kimseyi düşünmedin. Köprü üstünde Bir gün senin izlediğin, Benim bilmediğim bir filmde rastladın Üstüne şiirler yazdın. Bir gün gitmeyi isterdin, Biliyorum. Bir gün giderdin de, yaşasaydın, Sen gidemedin ama, Bana hediye ettiğin bu mavi şapka Şimdi yüzüyor sularında …. Köprü üstünde aşıklar var Bir de senin adına ben Gülseren…. . Bu köprüden, sana arkadaşlık seslenecekmiş meğer. Piraye,